Kerem
New member
Kiliseye Girmek Mekruh Mu? — Bir Hikâyeyle Düşünmek...
Selam forumdaşlar,
Bugün sizlerle sadece bir sorunun cevabını değil, o sorunun içindeki kalp çarpıntısını, tereddüdünü, inancını ve vicdanını da paylaşmak istiyorum. Çünkü bazen bir “mekruh mu?” sorusu, sadece bir fetva arayışı değildir; insanın içindeki inançla vicdanın sessiz mücadelesidir.
---
Bir Yolculuğun Başlangıcı
Mehmet, yıllardır bir inşaat firmasında çalışan, ciddi, ölçülü bir adamdı. Onun için hayat, planlarla ve kurallarla yürüyen bir denklemdi. Her adımını mantıkla atar, duyguların bulanıklığına izin vermezdi. Eşi Zeynep ise tam tersiydi; sezgileri güçlü, kalbiyle konuşan bir kadındı. İnsanları yargılamadan dinler, anlamaya çalışırdı.
Bir gün, yurt dışındaki bir projede görevlendirildiler. Şehir, Avrupa’nın küçük ama tarihi bir kasabasıydı. Her sokakta bir kilise, her köşe başında bir çan sesi vardı. Zeynep, bu sessiz ama derin ruhani havayı sevmişti. Mehmet ise biraz tedirgindi; farklı bir inanç sisteminin içinde, kendi inancını korumanın hassasiyetini taşıyordu.
---
O Kilisenin Kapısında
Bir akşam, kasabanın merkezinde gezerken Zeynep bir anda durdu. “Ne kadar güzel bir yapı değil mi?” dedi. Karşılarında yüzlerce yıllık bir kilise vardı; taş duvarlarının arasında güneşin son ışıkları parlıyordu. Kapısı açıktı, içerden bir org sesi duyuluyordu.
“Girelim mi?” dedi Zeynep, gözleri parlayarak.
Mehmet bir an durdu. Kalbinde bir sıkışma hissetti. “Bilmiyorum Zeynep,” dedi. “Kiliseye girmek doğru mu olur? Sonuçta orası başka bir inanç mekânı.”
Zeynep başını hafifçe eğdi. “Ben ibadet etmek için değil, sadece görmek istedim,” dedi sessizce. “Tarihini, sanatını, insanların içtenliğini… Belki içinde dua eden birine saygı duyarak sadece sessizce bakarız.”
Mehmet’in zihni, yıllardır dinlediği vaazlar ve öğrendiği bilgilerle doluydu. “Kiliseye girmek mekruhtur,” demişti bir hoca bir sohbetinde. “Zaruret yoksa girilmez.” Ama o anda zaruret ile merak, saygı ile korku, birbirine karışmıştı.
---
İnançla Vicdan Arasında
Zeynep kilisenin kapısına kadar yürüdü. Mehmet arkasından baktı. O an içinden bir ses, “Gitme,” derken başka bir ses “Belki görmen gerekir,” diyordu.
Kilise kapısından içeri süzülen gün batımı ışığı, Zeynep’in yüzüne vurdu. O an, içeriden yükselen ilahinin melodisiyle birlikte bir huzur dalgası yayıldı. Zeynep adımını attı; içerideki sessizlik, kalbini sarhoş etti. Ne bir dua etti, ne de bir niyet taşıdı. Sadece insanlığın ortak bir inanç duygusuna dokundu.
Mehmet ise dışarıda kaldı. Elindeki tespihi sıktı. Gözleri doldu. “Ya Rabbi,” dedi içinden, “ben neyi koruyorum? İnancımı mı, yoksa korkularımı mı?”
O an anladı ki, bazı şeylerin cevabı kitaplarda değil, insanın içinde yankılanan sessizlikte saklıydı.
---
Bir Sohbet, Bir Denge
O akşam eve döndüklerinde Zeynep sessizdi. Mehmet konuşmaya başladı:
“Ben içeri girmedim,” dedi.
“Biliyorum,” diye yanıtladı Zeynep.
“Çünkü korktum… yanlış yapmaktan, günah işlememekten değil; yanlış anlaşılmaktan korktum. Ama sen girdin, yüzünde bir huzur vardı.”
Zeynep gülümsedi. “Ben sadece bir mekân gördüm Mehmet. Duvarları, resimleri, ışıkları… Ama bir şey fark ettim: İnsanlar farklı inançlara sahip olabilir, ama herkes bir şekilde Allah’a ulaşmaya çalışıyor. Bizim yolumuz başka, onlarınki başka. Ama belki yolların hepsi, o birliğe uzanıyor.”
Mehmet başını salladı. “Belki de mesele girmek ya da girmemek değil, içeri girerken kalbinde ne taşıdığın,” dedi. “Eğer bir saygı, bir öğrenme isteğiyle giriyorsan… belki mekruh olmaz. Ama eğer imanını karıştıracak bir şüpheyle giriyorsan, işte o zaman tehlike başlar.”
---
Sonra Gelen Sessizlik
Ertesi sabah Mehmet, işe gitmeden önce kilisenin önünden geçti. Kapı yine açıktı. Bu kez içeri girmedi ama başını eğdi, içinden bir dua etti:
“Allah’ım, bana doğruyu anlamayı nasip et.”
O an fark etti ki, din bazen sadece yasaklarla değil, kalbin samimiyetiyle anlaşılırdı.
Bazı mekânlara girmemek bir koruyuştu; ama bazen o kapıdan içeri girmemek, kalbini kapatmak anlamına da gelebilirdi.
---
Forumdaşlara Bir Soru...
Dostlar,
Bu hikâyeyi yazarken içim doldu. Çünkü aslında hepimiz Mehmet’in tedirginliğiyle, Zeynep’in merakı arasında gidip geliyoruz. Din, sadece kurallar değil; insanın içindeki niyetin aynasıdır.
Siz olsaydınız, ne yapardınız?
Kiliseye sadece sanat, tarih veya saygı niyetiyle girmek sizce yanlış mı olurdu?
Yoksa bazen “mekruh” olan bir davranış, kalpten gelen samimiyetle anlam mı değiştirir?
Yorumlarınızı gerçekten merak ediyorum. Belki hep birlikte, bir fetvadan daha derin bir cevaba ulaşabiliriz:
İnancın sınırlarını değil, kalbin niyetini konuşabiliriz.
---
“Bazı kapılar yasak değildir; sadece hangi niyetle açtığın önemlidir.”
Selam forumdaşlar,
Bugün sizlerle sadece bir sorunun cevabını değil, o sorunun içindeki kalp çarpıntısını, tereddüdünü, inancını ve vicdanını da paylaşmak istiyorum. Çünkü bazen bir “mekruh mu?” sorusu, sadece bir fetva arayışı değildir; insanın içindeki inançla vicdanın sessiz mücadelesidir.
---
Bir Yolculuğun Başlangıcı
Mehmet, yıllardır bir inşaat firmasında çalışan, ciddi, ölçülü bir adamdı. Onun için hayat, planlarla ve kurallarla yürüyen bir denklemdi. Her adımını mantıkla atar, duyguların bulanıklığına izin vermezdi. Eşi Zeynep ise tam tersiydi; sezgileri güçlü, kalbiyle konuşan bir kadındı. İnsanları yargılamadan dinler, anlamaya çalışırdı.
Bir gün, yurt dışındaki bir projede görevlendirildiler. Şehir, Avrupa’nın küçük ama tarihi bir kasabasıydı. Her sokakta bir kilise, her köşe başında bir çan sesi vardı. Zeynep, bu sessiz ama derin ruhani havayı sevmişti. Mehmet ise biraz tedirgindi; farklı bir inanç sisteminin içinde, kendi inancını korumanın hassasiyetini taşıyordu.
---
O Kilisenin Kapısında
Bir akşam, kasabanın merkezinde gezerken Zeynep bir anda durdu. “Ne kadar güzel bir yapı değil mi?” dedi. Karşılarında yüzlerce yıllık bir kilise vardı; taş duvarlarının arasında güneşin son ışıkları parlıyordu. Kapısı açıktı, içerden bir org sesi duyuluyordu.
“Girelim mi?” dedi Zeynep, gözleri parlayarak.
Mehmet bir an durdu. Kalbinde bir sıkışma hissetti. “Bilmiyorum Zeynep,” dedi. “Kiliseye girmek doğru mu olur? Sonuçta orası başka bir inanç mekânı.”
Zeynep başını hafifçe eğdi. “Ben ibadet etmek için değil, sadece görmek istedim,” dedi sessizce. “Tarihini, sanatını, insanların içtenliğini… Belki içinde dua eden birine saygı duyarak sadece sessizce bakarız.”
Mehmet’in zihni, yıllardır dinlediği vaazlar ve öğrendiği bilgilerle doluydu. “Kiliseye girmek mekruhtur,” demişti bir hoca bir sohbetinde. “Zaruret yoksa girilmez.” Ama o anda zaruret ile merak, saygı ile korku, birbirine karışmıştı.
---
İnançla Vicdan Arasında
Zeynep kilisenin kapısına kadar yürüdü. Mehmet arkasından baktı. O an içinden bir ses, “Gitme,” derken başka bir ses “Belki görmen gerekir,” diyordu.
Kilise kapısından içeri süzülen gün batımı ışığı, Zeynep’in yüzüne vurdu. O an, içeriden yükselen ilahinin melodisiyle birlikte bir huzur dalgası yayıldı. Zeynep adımını attı; içerideki sessizlik, kalbini sarhoş etti. Ne bir dua etti, ne de bir niyet taşıdı. Sadece insanlığın ortak bir inanç duygusuna dokundu.
Mehmet ise dışarıda kaldı. Elindeki tespihi sıktı. Gözleri doldu. “Ya Rabbi,” dedi içinden, “ben neyi koruyorum? İnancımı mı, yoksa korkularımı mı?”
O an anladı ki, bazı şeylerin cevabı kitaplarda değil, insanın içinde yankılanan sessizlikte saklıydı.
---
Bir Sohbet, Bir Denge
O akşam eve döndüklerinde Zeynep sessizdi. Mehmet konuşmaya başladı:
“Ben içeri girmedim,” dedi.
“Biliyorum,” diye yanıtladı Zeynep.
“Çünkü korktum… yanlış yapmaktan, günah işlememekten değil; yanlış anlaşılmaktan korktum. Ama sen girdin, yüzünde bir huzur vardı.”
Zeynep gülümsedi. “Ben sadece bir mekân gördüm Mehmet. Duvarları, resimleri, ışıkları… Ama bir şey fark ettim: İnsanlar farklı inançlara sahip olabilir, ama herkes bir şekilde Allah’a ulaşmaya çalışıyor. Bizim yolumuz başka, onlarınki başka. Ama belki yolların hepsi, o birliğe uzanıyor.”
Mehmet başını salladı. “Belki de mesele girmek ya da girmemek değil, içeri girerken kalbinde ne taşıdığın,” dedi. “Eğer bir saygı, bir öğrenme isteğiyle giriyorsan… belki mekruh olmaz. Ama eğer imanını karıştıracak bir şüpheyle giriyorsan, işte o zaman tehlike başlar.”
---
Sonra Gelen Sessizlik
Ertesi sabah Mehmet, işe gitmeden önce kilisenin önünden geçti. Kapı yine açıktı. Bu kez içeri girmedi ama başını eğdi, içinden bir dua etti:
“Allah’ım, bana doğruyu anlamayı nasip et.”
O an fark etti ki, din bazen sadece yasaklarla değil, kalbin samimiyetiyle anlaşılırdı.
Bazı mekânlara girmemek bir koruyuştu; ama bazen o kapıdan içeri girmemek, kalbini kapatmak anlamına da gelebilirdi.
---
Forumdaşlara Bir Soru...
Dostlar,
Bu hikâyeyi yazarken içim doldu. Çünkü aslında hepimiz Mehmet’in tedirginliğiyle, Zeynep’in merakı arasında gidip geliyoruz. Din, sadece kurallar değil; insanın içindeki niyetin aynasıdır.
Siz olsaydınız, ne yapardınız?
Kiliseye sadece sanat, tarih veya saygı niyetiyle girmek sizce yanlış mı olurdu?
Yoksa bazen “mekruh” olan bir davranış, kalpten gelen samimiyetle anlam mı değiştirir?
Yorumlarınızı gerçekten merak ediyorum. Belki hep birlikte, bir fetvadan daha derin bir cevaba ulaşabiliriz:
İnancın sınırlarını değil, kalbin niyetini konuşabiliriz.
---
“Bazı kapılar yasak değildir; sadece hangi niyetle açtığın önemlidir.”